Evinden camiye elektrik çektirdi
Hayatının
ilk yıllarından itibaren kul hakkını ihlal etmeme noktasında son derece titiz davranan Hocaefendi'nin
bu yanıyla ilgili olarak talebeleri, şunları anlatıyor: "Hocaefendi, devlet malını şahsı
adına kullanmamaya aşırı özen gösterir. Sağlığı bozulana kadar her yıl Ramazan
ayının son on gününde itikafa girerdi. Ramazan kış aylarına dönünce geceleri cami çok soğuk
oldu. Hocaefendi ısınmak için camideki elektriği kullanma yerine evinden camiye kablo çektirdi. Bu noktada
bir asker arkadaşı ise şunları naklediyor: "Mahmud Efendi istirahat saatinde öncelikli olarak mescide
giderdi. Abdest, namaz derken genellikle yemek ictimalarına yetişemezdi. Geç kaldığı günler ona yemek
ayırırdım. Yemeği alınca sorardı, 'bu bizim bölüğün karavanasından mıdır?'
Hayır deyince başka bölüğün istihkakı bana helal olmaz der, yemeği yemez, aç beklerdi."
Bardağı geri vermek için Tekirdağ'a döndü
Hocaefendi'nin
bir talebesi de Tekirdağ'a yaptıkları bir ziyaret sırasında şahit olduğu hatırasını
şöyle dile getiriyor: "Yanımıza bardak almayı unutmuştuk. Su içmek için bardak lazım oldu. Tekirdağ'da
vaaz ettiğimiz caminin imamından bardak istedik. Sağ olsun getirdi. Hizmet bitti, geri dönüyoruz. İstanbul
sınırları içerisine girdik. Mahmud Efendi: "Bardağı hocaefendi'ye verdiniz mi?" diye sordu. Kimsede
ses yok. Sonra öğrendik ki bardak arabada unutulmuş. Hocaefendi şoför arkadaşa "Hemen dönüyorsun, Tekirdağ'a
gidiyoruz" dedi. Evlerimize girmeden gittik. Bardağı verdik, sonra İstanbul'a döndük."
'ŞÖHRET
AFETTİR' Şöhreti afet olarak gören ve bu yüzden medya kuruluşlarına fotoğraf ve demeç vermeye
sıcak bakmayan bu sufi büyüğün tasavvuf disiplini bağlamında düşünüldüğünde keramet olarak değerlendirilecek
çok sayıda söz ve ameli de var. Fakat kendisinin bu konudaki prensibi ise Nakşibendiliğin kurucusu Bahauddin
Nakşibend'ten naklen söylediği "En büyük keramet Hz. Resulullah'ın sünnetine tâbi olmaktır" ifadesinde
özetleniyor.
hayvanlar
bile kıymetinizi bildi de!
Ey cemaat–i müslimin! Şu an
aramızda Allah'ın dostları bulunmaktadır. Belki biz onların kim olduğunu bilemeyiz; ama şunu
biliniz ki, ya sağınız da, ya solunuzda Allah'ın dostları var ve bu sohbette hâzır ve nâzırdırlar.
Lâkin Mevlâ'mız onları bizlerden gizliyor.
Bundan sekiz ya da dokuz sene evvel bir Kadir gecesi akşamı idi. Bu değerli ve çok mübarek
geceyi en iyi nerede geçirebiliriz derken yolumuz Çarşamba'da Yavuz Selim Camii'ne düştü. Sorduk ve öğrendik
ki, Efendi Hazretleri'nin bu gece Yavuz Selim Camii'nde vaazı var. Gönül bahçemizde nice güzel güller açacağını
hissederek Yavuz Selim Camii'nin içine girdik. Aman yârabbi! Bir kalabalık, bir izdiham, muhteşem bir tablo! Biz
de arkadaşlarla bir kenara büzülüp oturduk. Daha sohbet başlamadan bizleri derin bir huzur ve feyiz dalgası
sarmıştı. Derken bir dalgalanma oldu. Bu dalgalanmadan Efendi Hazretleri'nin geldiği anlaşılıyordu.
Onun gelişi ile heyecan ve mutluluk kat kat artmıştı. Vaaz edeceği kürsünün önüne geldiğinde,
sanki kürsü dile gelmiş onu davet ediyordu. Çok güzel bir mânevî hava ve rahmet iklimi yaşanıyordu. Efendi
Hazretleri, Yavuz Selim Camii'nin kürsüsüne, Yavuz Selim Han'ın heybet ve vakarı ile yürüdü. Bir merdiven dayatılmıştı,
Efendi Hazretleri kürsüye çıkıyordu. Orada bulunan binlerce insan, ondan bir an olsun gözlerini ayırmıyordu.
Her türlü zulüm, haksızlık ve zorbalıkla kirlenen dünyada gerçek bir Peygamber varisini görmek ne büyük bir
nimetti. Artık beklenen an gelmiş, mübarek zat sohbetine o tatlı ve sevecen ses tonuyla başlamıştı.
Hamd ve besmeleden ve ardından âyetleri ve hadisleri okuduktan sonra şöyle buyurdu: –Ey cemaat–i
müslimin! Şu an aramızda Allah'ın dostları bulunmaktadır. Belki biz onların kim olduğunu
bilemeyiz; ama şunu biliniz ki, ya sağınız da, ya solunuzda Allah'ın dostları var ve bu sohbette
hâzır ve nâzırdırlar. Lâkin Mevlâ'mız onları bizlerden gizliyor." Ne müthiş sözlerdi bunlar,
mübarek bir gecede, mübarek bir topluluk içerisindeydik. O da neydi! Efendi Hazretleri bunları anlatırken, kürsünün
önünde bir hareketlenme oldu. Kürsüye çıkmak için kullanılan merdiven, kürsüye yeniden dayandı. O da ne! Bir
adam merdivenlerden çıkmaya başlamaz mı? Bu durum karşısında Efendi Hazretleri de sohbetini
kesmişti. Herkes hayret ve şaşkınlık içinde idi. Bizler bu şaşkınlık içerisindeyken
oldukça heybetli, takım elbiseli, kravatlı olan bu adam konuşmaya başladı: –Ey muhterem
cemaat! Beni bir iki dakika dinleyin. Ben eski ….nıyım. Az önce Efendi Hazretleri aramızda Allah'ın
gizlediği dostları var dedi. Ben sizlere bir olayı anlatacağım ve sonra da sizden dua isteyeceğim."
Tabiî bizler, Efendi Hazretleri'nin sohbetinin kesilmiş olmasından pek de memnun değildik; fakat olan olmuştu.
İçimizden "tamam bir an önce anlatacağını anlat, sana dua da ederiz. Yeter ki, fazla uzatma; bir an evvel
anlat. Bizi Efendi Hazretleri'nin sohbeti ile baş başa bırak." diyorduk. Tabiî nereden bile bilirdik ki, bize
çok enteresan bir olayı anlatacak, dinledikçe duygu seline kapılacağız. Başladı anlatmaya: –Ben
falan tarihte Efendi Hazretleri ile bir umre yolculuğuna çıkmıştım. Allah nasip etti, çok güzel bir
umreyi değerli Hocaefendi'nin sayesinde gerçekleştirdik ve dönüş zamanı geldi çattı. İstanbul
Yeşilköy havaalanına indiğimizde sabahın erken saatleri idi. Uçaktan iner inmez Efendi Hazretleri'ne bir
teklifte bulunmak geldi içimden: –Efendi Hazretleri bu sabah kahvaltıyı bizim evde yapalım, bir yorgunluk
kahvesinden sonra sizi mekânınıza bırakalım." dedim. Sağ olsun Efendi Hazretleri beni kırmadı
ve teklifimi kabul etti. Birlikte bizim eve doğru yola çıktık. Birlikte benim yazlık evime doğru
yol almaya başladık. Bir yandan yol alırken, bir yandan da, aklıma evimin bahçesinde bulunan ve son derece
saldırgan köpeğim geliyordu. Zira bu köpek sıradan bir köpek değildi. Özel eğitim almış,
yabancı insana tahammülü olmayan bir köpekti. Yabancıyı gördü mü hemen saldırıyordu. Yabancıyı
görmese bile kokusundan tanıyordu. Sonuç olarak; iri kıyım yapısı ile son derece saldırgan bir
hayvan bizi bekliyordu. Bunları düşünerek yol alırken, Efendi Hazretleri'ni rahatsız edecek diye endişeleniyordum.
"Efendi Hazretleri'ni rahatsız eder mi? Huysuzluğu ve havlaması ile." Ben bu düşüncelerle meşgul
olurken, Efendi Hazretleri'ne bu konudan hiç bahsetmedim." Bu düşünceler içinde eve geldik. Kapıyı açtılar,
içeri girdik. Her an bir hareket bekliyordum; ama yazlığın içine girene kadar beklediğim hareket olmadı.
Eve gelmiş, kahvaltımızı yapmıştık. Efendi Hazretleri kahvaltıdan sonra işrak
namazını kıldı. Namazdan kalkar kalkmaz birden bana döndü: –Senin şu köpeği merak ettim,
haydi bir görelim." dedi. Efendi Hazretleri'nin bu talebi beni son derece şaşırtmıştı. Çünkü
ben ona köpeğimden bahsetmemiştim. Ben telaşlı bir vaziyette: –Aman Efendi Hazretleri, o sizi
rahatsız eder. –Yok, yok, hiçbir şey olmaz. Haydi, görelim şunu. Israrı karşısında
fazla bir şey diyemedim. "Peki, buyrun bahçeye çıkalım." diyerek Efendi Hazretleri ile birlikte bahçeye çıktık.
Kulübeye doğru ilerlerken, tedirginliğimi üzerimden atamamıştım. Her an kulübeden sıçramasını
bekliyordum. Efendi Hazretleri'ne, dikkatli olmasını köpeğin her an kulübeden çıkabileceğini söyledim.
Ha havladı, havlayacak derken, kulübenin önüne gelmiştik. Ben şaşkındım; çünkü normalde şimdiye
kadar çoktan bizi fark edip ortaya çıkması lâzımdı. Ama o da ne! Köpek, kulübesinde sessizce duruyordu.
Birden başını dışarı çıkardı. Efendi Hazretleri'ne bakmaya başladı, tepeden
tırnağa kadar bir güzel süzdü. Daha sonra başını ön iki ayağının arasına indirerek,
yerde sürüne sürüne bize doğru geldi. Ben dehşetle olayı izliyordum. Şaşkın ve heyecanlı
idim zira ortada çok garip bir hâdise vardı. Köpeğim Efendi Hazretleri'nin önüne kadar geldi. Efendi Hazretleri'ne
sevgiyle baktığını inanın hissetim ve köpeğim başını yana yatırdı.
Efendi'ye bakarken artık vallahi ağlıyordu, gözlerinden süzülen yaşları bir görmeli idiniz. Efendi
Hazretleri köpeğime tebessüm edip başıyla selâm verdi. Bu ne muazzam bir manzara idi! Tüylerim diken diken
olmuştu. Ben köpeğimin bir zarar vermesinden korkarken, o, Efendi'nin önünde saygıyla eğilmiş, ağlıyordu.
Mahmut Efendi bana: –Hadi gidelim. Deyince sanki bir rüyadan uyanmıştım. Son derece hırçın
ve saldırgan olan köpeğimin bu kadar sessiz ve sakin olması beni şaşırtmıştı.
Ayrılırken köpeği elimle dürttüm. Dürtmemle bu sefer bana havlaması bir oldu. Sanki benim düşüncelerimi
anlamış ve "Sen ne yapmaya çalışıyorsun?!" der gibiydi. Eve dönerken Efendi Hazretleri bana şöyle
diyordu: –Eee, gördün mü? Köpek sahibini mahcup etmemek için, benim gibi bir…'ne havlamadı." Aman Allah'ım!
bu ne büyük bir tevazu idi. Bunları anlatan zat, anlatmasını bitirmiş, yüzünü cemaatten kürsüde olan
Efendi Hazretleri'ne cevirdi ve yüksek bir ses tonuyla âdeta haykırdı: –Efendi Hazretleri! Efendi Hazretleri!
Sizlerin kıymetini, değerini hayvanlar bile anladı da bizler anlayamadık. Bu hâdiseyi anlatan zat
merdivenlerden inerken biz dâhil bütün cemaat hüngür hüngür ağlıyorduk. *** İşte gerçek bir Allah
dostu… Mevlâ şefaatine hepimizi nail eylesin. Ben bire bir yaşadığım bu olayı sizlerle
paylaşmaktan gerçekten onur duydum. Biliyorsunuz; Peygamberimiz'in de hayvanlar ile konuşmuşluğu ve hâdiseleri
vardır. Bir ceylanın avlandıktan sonra Peygamberimiz'den, serbest kalıp yavrularını emzirmek
için avcıya aracı olmasını istemesi gibi… Zaten dağlar, taşlar, hayvanlar hep Mevlâ'yı
zikrederler. İşte onlar zikrettikleri yüce yaratıcının sevgili kullarını da tanırlar
ve hürmet ederler. Tıpkı Bişr–i Hafi Hazretleri'ne yaptıkları gibi… Biliyorsunuz Bişr–i
Hafı Hazretleri hep çıplak ayakla hayatını sürdürmüştür. Onun bulunduğu yerde kediler, köpekler
sokakları, yolları pisletmezlerdi. Ona hürmet ederlerdi. Şimdi zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, Allah'ın
velileri hep vardır ve olacaktır. Bu hâdise de ona delildir. Yüce Mevlâ'mız gördüklerimizden, duyduklarımızdan
ibret alarak dinine bağlı kullardan eylesin bizleri.
| |
|