Efendi hazretleri k.s.a ile umre
YOLCULUK VE İLK TAVAF Mahmut Ustaosmanoğlu
Efendi Hazretleriyle Haziran ayında yapmış olduğumuz umre vesilesiyle, geçen sayımızda sizlere
Beytullah'la ve oradaki atmosferle alâkalı güzel bir şiir arz etmiştim. Böylece umreye gidemeyen kardeşlerimiz
de, mâna âleminde ruhen bir yolculuk yaparak, oranın mânevî havasından bir nebze olsun istifade etsinler diye ümit
etmiştim. Fakat daha sonra gittiğimiz pek çok yerlerde görüştüğümüz kardeşlerimiz, bunu sadece bir
şiirle geçiştirmeyip, Efendi Hazretleriyle yapılan bu umrenin nasıl geçtiği ve orada neler yaşandığıyla
alâkalı olarak ayrıca yazmamızı rica ettiler, hatta bu isteklerini ısrarla defalarca bizlere bildirdiler.
Tabi-î sizlerin bu samimî ısrarlarını göz ardı etmemiz mümkün olmadığından yazmaya karar
verdik. İnşallah bu yazımızda, geçen sayıdaki yazımızın devamı kabilinden olsun
ve dilimizin döndüğünce bu umre ziyaretini anlatmaya gayret edelim. Efendi Hazretleri ile otuz mayıs pazartesi
günü akşam dokuz uçağıyla, yarım saat kadar bir rötarla beraber mukaddes yolculuğa başladık.
Elhamdülillah hiçbir problem yaşamadan Cidde havaalanına indik, oradan da otobüslerle Mekke'ye hareket ettik. Gece
Harem'e varmıştık. Tabi-î Efendi Hazretleri bir hayli rahatsızdı. Bunun üzerine bir de yol yorgunluğu
eklenince, gider gitmez umreyi yapmak mümkün olmadı. Dolayısıyla Efendi Hazretlerimizin sıhhat durumu
göz önüne alınarak uygun bir saat belirlendi ve o saatte umre tavafı yapılması kararlaştırıldı…
Tabi-î böylesi çok daha iyi oldu. Çünkü Türkiye'nin birçok yerinden, hatta yurt dışından dahi pek çok kardeşimiz
Mahmut Efendi Hazretlerinin umreye gideceğini haber almışlar ve onunla beraber umre yapabilmek arzusuyla, dünyanın
değişik coğrafyalarından o mübarek beldelere sel olup akmışlardı. Öyle ki, Efendi Hazretlerinin
namını, şanını duymuş, fakat bugüne kadar bir kere olsun, onun nur yüzünü görmek, mübarek elini
öpmek nasip olmamış pek çok kardeşimiz, bu umreyi bir fırsat kabul ederek, işini gücünü bir kenara
bırakıp Beytullah'a koşmuştu. Şayet biz gider gitmez umremizi tamamlamış olsaydık,
işte bu hevesle gelen pek çok kardeşimiz Efendi Hazretleriyle umre yapma fırsatını kaybetmiş
olacaktı. Yani hülasa olarak; umre tavafını bir müddet tehir etmek, herkes için bir hayır oldu. Böylece
bütün kardeşlerimiz, bu büyük fırsattan istifade etme imkânı buldular. Evet, 'Hayatını Kur'an'ın
hizmetine adayan, yüz binlerce insanın hidayetine vesile olan yirmi birinci asrın müceddidi Mahmut Ustaosmanoğlu
Hazretleri, filan saatte umre tavafını yapacak. Bu haber birkaç saat gibi kısa bir zamanda kulaktan kulağa
yayılmış, neredeyse Harem–i Şerif'te duymayan kalmamıştı. Bu anı bekleyen herkes
heyecanla hazırlıklarını yapmaya başladı. Birkaç gün evvel Mekke'ye gelip umrelerini yapanlar,
Mahmut Efendi Hazretleriyle de umre yapabilmek için en yakın Mikat mahalli olan Ten'im Mescidi'ne gidip, tekrar ihrama
girdiler. İhramdan çıkmamış olanlar ise, zaten hazırlıklıydılar.
KÂBE, EFENDİ
VE İHVANINI BEKLİYOR Saatler geçiyor, Efendi Hazretlerimizin umre tavafı yapması için kararlaştırılan
vakit yaklaşıyordu. Binlerce umreci Beytullah'ın etrafında ihramlı olarak Mahmut Efendi Hazretlerini
beklemeye koyulmuştu. Öyle ki; Kâbe'nin duvarından itibaren birkaç metre metaf alanı dışında,
her yer tıklım tıklım doluydu. Bu mevsimde bu kadar kalabalık bir umre kafilesine bundan önce pek
rastlanmamıştı. Beytullah belki bu duruma ilk defa şahit oluyordu. Bunu sadece üç beş kere gelenler
değil, her sene umreye gelenler söylüyor: "Biz şu kadar kere umre yaptık, böyle kalabalık görmedik."
diyorlardı. Hatta orada yaşayan Araplar dahi bu hınca hınç kalabalığa şaşırmışlar,
merakla bunun sebebini soruyorlardı. Bu mahşerî kalabalığı görünce insan kendisini ister istemez
hac mevsiminde zannediyordu. Hele Hacerülesved çizgisinden itibaren Abdülaziz kapısına kadar olan tarafta, Mahmut
Efendi Hazretlerinin ihvanı ve sevenleri, tesbih taneleri gibi sıra sıra dizilmişlerdi. Sanki namazda
tahiyyattaymış gibi diz üstünde oturmuş, büyük bir sükûnet ve sessizlik içinde Üstadlarını bekliyorlardı.
Bu arada kimisi zikirle meşgul oluyor, kimisi tefekkür ve murakabeye dalmış, kimisi de hayran hayran Beytullah'ı
seyrediyordu. Diğer taraftan, simsiyah çarşaflarına bürünmüş âdeta birer iman abidesi gibi bekleşen
annelerimiz ve bacılarımız… Onlar da bu umre tavafına iştirak etmek için Üstadın geleceği
saati bekliyorlardı. Tabiî onlar erkekler içine karışmayıp ayrı bir grup hâlinde bekleşirlerken,
kıyafetlerinin o simsiyah görüntüsü, Beytullah'ın kıyafetinin rengiyle ne kadar da uyum içindeydi. Hac
mevsiminden sonra bu mevsimde umre için gelenlerin sayısı genelde az olduğundan, Harem sakin oluyordu. Bu sebeple
de Beytullah'ın bazı bölümleri tadilata alınmış ve etrafı çevrilmişti. Lâkin Efendi Hazretleri
vesilesiyle binlerce seveni o mübarek beldeye akın edince, tadilât yapılan bölümlerde namaz kılınamadığı
için, Haremin diğer yerlerinde de yer bulmak neredeyse mümkün olmuyordu. Ve Beytullah hac mevsimindeki gibi doluyor taşıyordu.
Efendi Hazretlerimizin geleceği vakit yaklaştıkça bu mahşerî kalabalık artmaya devam ediyordu.
Bir tarafta bembeyaz ihramlarıyla erkekler, diğer yanda Kâbe'nin rengine bürünmüş hanımlar, gözün beyazı
ve siyahı gibi bir bakış olmuş Mahmut Efendi Hazretlerinin yolunu gözlerlerken, diğer taraftan Harem'de
görevli olan polisler nedense panikleyerek, telsizlere sarılmışlar ve takviye kuvvet istiyorlardı. Zira
az öncede belirttiğimiz gibi, haccın dışında bu mevsimde böyle bir kalabalığa alışkın
olmadıklarından tedirgin olmuşlardı. Ama öte yandan böylesine bir kalabalığın sessiz sedasız,
hiçbir taşkınlık göstermeden rahatsızlık vermeden oturmaları da onları rahatlatıyordu.
Çünkü değil böylesine mahşerî bir kalabalık, hangi milletten olursa olsun çok küçük kafileler dahi böylesine
sessiz olamıyorlardı. Ve görevli polisler merakla soruyorlar: "Ne bekliyorsunuz?" "Umre tavafı yapacağız."
"Madem öyle, tavafa başlayın, niçin oturuyorsunuz?! Kimi bekliyorsunuz?!" "Umre tavafımızı
Mahmut Efendi Hazretleriyle beraber yapmak istediğimiz için, onun gelmesini bekliyoruz." Bu türden cevaplar alan
görevli Arap polisler son derece şaşırıyorlar ve bir zatın, bir Allah dostunun bu kadar sevildiğine,
o zatla tavaf etmek için binlerce insanın böylesine bekleştiğine ilk defa şahit olup hayretlerini gizleyemiyorlardı.
EFENDİ HAZRETLERİ GELİYOR Sessiz sedasız bekleşen o kalabalıkta birden bir kıpırtı,
bir hareket oldu. Ve hafif bir dalgalanma… Ardından mânevî bir rüzgar esmeye başladı... Sanki bir feyiz
dalgası binlerce umreciyi etkisi altına almış, onları bambaşka mânevî limanlara sürüklemişti.
Bütün fısıltılar kesilmiş, âdeta nefes bile alınmıyordu. Feyizden kendinden geçmiş olan
kalabalık bir ikazla kendine gelebildi: "Yol açın Efendi Hazretleri geliyor!" Ve toparlanıldı.
Efendi Hazretleri ilerleyebilsin diye sağa sola ayrılıp iki yanı insan bariyerini andıran bir yol
açıldı. İşte yirmi birinci asrın müceddidi, sünneti seniyyenin günümüzdeki muhyîsi Mahmut Ustaosmanoğlu
Efendi Hazretleri geliyordu. Bakanların gönüllerine ferahlık veren o mübarek yüzünde, her zamanki gibi tatlı
bir tebessüm vardı. Her tarafa ışıklar saçarak, pırıl pırıl, ışıl ışıl
âdeta bir nur şulesi gibi geliyordu. Herkes büyük bir dikkatle, sevgi ve muhabbetle ona bakıyordu.
Bir
yanda siyahlara bürünmüş, insanlara hidayet ve bereket kaynağı olan Allah'ın evi Beytullah, diğer
yanda beyazlara bürünmüş, insanlara hidayet yolunu gösteren Allah'ın dostu Mahmut Efendi Hazretleri… Ve onlara
hayran hayran bakan dolu dolu olmuş binlerce çift göz… Hemen yanımdaki bir kardeşim gözyaşlarına
hâkim olamamış, hıçkırıklarla "Ya Rabbi! Sana sonsuz şükürler olsun ki ölmeden önce onu görmek
nasip oldu" diyor, bunu büyük bir bahtiyarlık kabul ediyordu. Tüm bu olanları şöyle bir düşündüm de,
orada her şeyiyle mükemmel müthiş bir organizasyon yapılmıştı. Peki, kim yapmıştı
bunu? Gizli ve güçlü bir el böyle bir organizasyona imza atmıştı. Bunu yapan şüphesiz Allah Celle Celâluhu
idi. Mevlâ Teâlâ o güzel dostunu Beyt'inde işte böyle karşılıyor, melekler gibi bembeyaz ihramlara bürünmüş
kullarıyla âdeta ona "Hoş geldin" diyordu. Mahmut Efendi Hazretleri bir tekerlekli sandalye üzerindeydi. Hastalığına
ilaveten ayaklarının da rahatsızlığı sebebiyle maddî planda belki yürüyemiyordu ama, mânevî
planda devâsa adımlarla o mânevî yollarda ne maratonlar koşmuştu kim bilir?.. Metaf alanına girmesiyle
birlikte sessiz sedasız duran o mahşerî kalabalık, sanki İsrafil Aleyhisselâm'ın Sur'una uyanır
gibi canlandı, doğruldu ve kıyama kalktı… İşte tavaf başlamıştı...
Önümüzde Efendi Hazretleri, ardında binlerce umreci… Hangisi insan, hangisi melek anlayabilene aşk olsun...
Biz mi Kâbe'nin etrafında dönüyoruz, Kâbe mi bizim etrafımızda dönüyor belli değil. Eriyip kaybolurcasına
Beytullah'ın etrafında pervaneler gibi döne döne Arş'a giden yolları aşıyoruz sanki. Öyle bir
atmosfer, öyle bir hâl ki, bunu ne dil anlatabilir ne de kalem yazabilir. Takdir edersiniz ki, bu hâl ve ahvâli ancak yaşayan
ve tadan bilir.
BÖYLE MANZARA GÖRÜLMEDİ Normalde kadınlar ve erkekler, tavafı karışık
olarak yaparlar. Fakat burada ilk defa cereyan eden çok farklı bir manzara göze çarptı ve Hikmet–i İlâhî,
fıtrî olarak kadınlar ve erkekler ayrı vaziyette tavaf yaptılar. Şöyle ki; hanım kardeşlerimiz
Beytullah'ın etrafında dönen halkanın dış kısmında simsiyah bir çember oluşturmuşlar
ve kendi güzergâhlarında tavaflarını yaparlarken, erkekler de bu halkanın iç kısmından kendi
güzergâhlarında tavaf ediyorlardı. Ne beyaz renk siyah renge, ne de siyah renk beyaz renge karışmıyor.
Yani ne erkekler kadınlara karışıyor, ne de kadınlar erkeklere karışıyor. Bu da ilâhî
bir organizasyon olsa gerek… (İşte bu muhteşem tavafı bazı kardeşlerimiz resmettiler,
bizler de sizlere arz ettik) Umre tavafından sonra o mahşerî kalabalık, Sa'y yapmak için Safa tepesine doğru
akmaya başladı. Fakat o kalabalığın hepsinin aynı kapıdan çıkması ve Safa tepesine
toplanması mümkün değildi. Bu sebeple, hani su dolu olan barajın kapakları açıldığında,
sular nasıl bütün tribünlerden coşkuyla akar, işte o misâl Harem'den Mesa' alanı (Safa ile Merve tepesi
arası)na çıkan bütün kapılardan herkes su gibi akmaya başladı ve Mesa' alanını doldurdu.
Hem gidiş, hem de geliş yolu âdeta insan seli oldu. Ve orası kilitlendi. Ne Safa'dan Merve tepesine doğru
gitmek mümkün olabiliyor, ne de Merve tepesinden Safa tepesine doğru gelmek… Yine görevli polisler geldiler. Ne
yapsınlar? Onlar da çaresizlik içindeler. Güya çözüm olarak, bu kalabalığın sebebi olan Efendi Hazretlerini
Sa'y ettirmeyip, bu kilitlenmeyi gidermeyi düşündüler. Yahu böyle çözüm mü olur?! O hâlde bu kalabalığın
hiçbirine Sa'y yaptırmayın da problem kökünden hallolsun!.. Tabi-î onlar da bunun yanlış bir çözüm olduğunu
anladılar. Bazı gönüllü kardeşlerimizin de gayretiyle kısa zamanda o kilitlenme çözüldü, sıkıntı
aşılıp Sa'y yapıldı elhamdülillah.
KÂBE'YE NE KADAR YAKIŞTINIZ Sa'y bittikten
sonra saçlar traş edildi ve ihramdan çıkıldı. Böylece ihram yasakları son bulmuş, herkes başına
bembeyaz sarığını sarmış, sırtına cübbesini giymişti. Şimdi Kâbe çok daha
başka bir manzaraya şahit oluyordu. Nereye baksan gencinden yaşlısına kadar başlarında
bembeyaz sarıkları, sırtlarında ise bembeyaz cübbeleriyle beyaz kelebekler gibi Beytullah'ı doldurmuşlardı.
Harem'in içinde her yer ışıl ışıl, cıvıl cıvıldı. Tabi-î bu durum Arap
gazete ve televizyonlarının da dikkatini çektiğinden, bunu haber yapmışlar ve Mahmut Efendi Hazretleriyle
beraber Mescid–i Haram'a gelen bu güzel misafirleri, ana haber bültenlerinden izleyenlerine duyurmuşlardı.
Arabistan'da yaşayan büyük bir Ehlisünnet âlimi bu haberi duyunca Mekke'ye geldi ve dedi ki: "Merak ettim ve
sırf sizi görmek için buraya geldim. Beytullah'ta uzun uzun sizleri izledim. Vallahi Kâbe'ye ne kadar çok yakıştınız,
Kâbe'de size ne kadar yakıştı!.." Bir de şunu söylüyordu: "Daha önce Türkiye'den gelen ziyaretçilerin
yüzde sekseni Beytullah'ta birbirleriyle havadan sudan konuşurlardı. Fakat şimdi gördüm ki, yüzde sekseni ya
tavafta, ya Kur'an okuyor ya da zikriyle meşgul." Evet, muhterem okuyucular, Başımızda Efendi
Hazretleriyle beraber böylesine feyizli bir umre nasip oldu elhamdülillah. Aslında daha anlatılacak şeyler
çok, lâkin meseleyi hülasa etmeye çalıştık. Biz damlayı anlattık, artık sizler okyanusu tasavvur
edersiniz. Ya Rabbi! Efendi Hazretlerine sıhhat afiyet nasip eyle, hayırlı bereketli uzun ömürler ihsan
eyle, bizleri ondan, onu da Peygamber Efendimizden ayırma! AMİN! Fî Emânillah
|