sohbet 1
Mevla teala hazretleri hakkında ne kadar malumat (bilgi) edinirsek,o’nu o kadar bilmiş oluruz. “Mevla
Teaala’nın en güzel isimleri zat’a delalet olur.”
Esma-i hünsa: En güzel isimler ki,Mevla
teala’nın doksan dokuz ziyade güzel isimleri vardır.sure-i Araf ta burulduğu üzere: “Esma-i
hünsa (en güzel isimler) Allah’ın dur. O halde Allah’a bu isimlerler dua edin” (ayet 180) Ebu hüreyre
r.a dan rivayet olunan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Allah’ın doksan dokuz,yüzden bir
eksik adı vardır.kim bunu sayarsa (ezberler,okur,onlardan örnek alırsa)cennete girer”.Her gün okursan
cennete girmeni kuvvetlendirmiş olursun.
Mevla teala’nın doksan dokuz ziyade güzel isimleri,Mevla’nın
Zatına delil,yani ulaştırıcı olurlar.Kimi ulaştırıcı olurlar?Zat’ı
pak,i sübhaniyeye ulaşmak isteyeni.peki nasıl ulaştırırlar? Her kim bu doksan dokuz ismi rabıta
üzere söylerse(zikrederse) Mevla’nın Zatına ulaşır. “(Esma-i hüsna’nın kimisi
de Mevla teala’nın fiillerine gaye olur” Yani esma-i ilahiyyenin (isimlerinin) bazısı zat’ı
pak-i sübhaniyeye delalet eder,bazısı da fillerine gaye olur.Mesela:ALLAH ism-i şerifi zatına delalet
eder.RAHMAN ism-i şerifi ise mahlukatına iyilik işine gaye olur.yani Allah-u tealâ rahmet etti:rahmetten gaye
iyilik olduğu için o gaye olur.
Bizler,elbisesi yıpranmış,yüzü solmuş bir fakir,bir yetim
görsek,kalbimize merhamet duygusu gelir-içimizde yardım etme arzusu uyanır,imkanımız varsa, yardım
eder,himayemize alırız,bizim acımamız böyle olur. Mevla teala ise,doğrudan doğruya iyilik
yapar,o kimsenin ihtiyaçlarını giderir,bizim kalbimize gelen acıma hissi de Mevla’dandır.
“Mevla
teala’nın kimi isimleri de nihayette sıfatına delalet eder”. Halik,Razık isimleri anıldığı
vakit Tekvin sıfatı hatıra gelir,çünkü icat eden o sıfattır. Mesela:tekvin sıfatı sıfat-ı
subutiyedendir.onun kollarıda,ihya (diriltmek),imate(öldürmek)tahlik (halk etmek),terzik (rızıklandırmak)
dır.tekvin sıfatı Mevla’nın zatına dayanır,ihya ise,Mevla teala’nın sıfat-ı
subutiyesinden olan tekvin’ e dayanır,ona delalet eder. “her ne kadar ihya,imate,tahlik,terzik isimleri,tekvin’e
kadar getiriyorsa da,sonunda onlarda Zatı düşündürüyorlar”.
Bu.”tarikata girdiniz,letaifleriniz
seyr-i sülük vasıtasıyla esma ve sıfatın zilal dairesine,oradan da esma ve sıfat dairesine geldi.Orada
durmayın!Birinci,ikinci,üçüncü,asıl dairelerine geçin,zat’ı pak-i Süphaniye ye gelin”.demektir.
Mesela:Fatih
Sultan Mehmet hayatta olsa da,Van’da bulunsa,sen Van dan daha yakın bir yerin valisine varsan,Sultan Fatih’in
yanına gitmiş olurmusun?Valinin yanından geç, Fatih’e ulaş.
Salik,seyr-i sülük ede ede,esma
sıfatın zilal dairesine oradan da esma sıfat dairesine uruc eder (yükselir).O makamda Zat-ı pak-i sübhaniyenin
tecellileri arada sırada vaki olur.
Neticede hem Zatın,hem de sıfatın tecellilerine mahzar olur
ki, bu:”kab-ı kavseyn”dir.Yani sıfat ile Zat yayı.Bu makamdan sonra uruc vaki olursa Allah’ın
fazlı ile salikin (kişinin) nazarında isim ve sıfat tamamıyla örtülür,müşahedesinde ve düşüncesinde
zat’tan gayri bir şey kalmaz.
Her ne kadar mevcut (var) olsalar da onun müşahedesine gelmezler.Bu halde
iken:”ev edna” (daha da yakın)sırrı zuhura gelir iki yaydan da bir eser kalmaz.
Niyazi mısrii
k.s bu hususu şu beyitleriyle ne güzel açıklıyor:
“kÂbe kavseyn’e varır gelir gemiler, Ev
Edna’nın bahrine herkiz gemi salınmaz. O derya ya dalmaçün can terkin urmak gerek, Can terkini urmadan
o derya ya dalınmaz”.
Mevla teala,bir ayet-icelilede şöyle buyuruyor: “Allah’a firar
ediniz”. (zari at süresi:50 den) Allah-u teala hazretleri esma ve sıfatlarıyla bile kalmanızı
istemiyor da,bağlarda,bahçelerde,tarlalarda,dükkanlarda,televizyon ile video başlarında kalmamızı
hiç ister mi?Vay bize vay neredeyiz? Bir çantanız olsun içerisinde kur’an-ı kerim,mektubat,risale-i kutsiye
defter,kalem koyun ve bu çantanızı devamlı her gittiğiniz yerde sizin yanınızda bulunsun
2.sohbet
Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne hıyanet
etmeyiniz.
Böyle yaparsanız, bilerek emanetlerinize hıyanetlik etmiş olursunuz. Âyeti Celile’nin
sebebi nüzülûnu anlatalım: Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem, Beni Kurayza yahudilerinin kalelerini muhasara etti.
Kurayzalılar Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem’den Şam topraklarında Eriha denilen mahalle göç etmelerini
istediler. Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem beni Kurayza'ya Saad ibni Muaz'ın hükmüne razı olmalarından
başka hiç bir şeye müsaade etmiyeceğini bildirdi. Yahudiler bu teklifi kabul etmediler ve Cenâbı Resûl
Sallallahü Aleyhi ve Sellem’den, Ebu Lübabe'yi kendilerine göndermesini istediler. Ebu Lübabe onların nasihatçısı
idi, çünkü malları ve ehli iyâli yahudilerin içersinde idi. Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem Ebu Lübabe'yi onlara
gönderdi, onlar: "Ey Ebu Lübabe! Ne dersin? Saad ibni Muaz'ın hükmüne razı olalım mı?" diye sordular.
Ebu Lübabe eliyle boğazını işaret ederek, Saad hakkındaki düşüncesini onlara bildirdi. Bu işaret:
"Saad'ın hükmü keskindir. Sakın buna razı olmayın." demekti. Bu bir hıyanetti, ama olmuştu bir
kere. Ebu Lübabe buyuruyor: "Onlara işaret ettim. Vallahi ayaklarım oradan ayrılmadan, Allah ve Resulü’ne
hıyanet ettiğimi bildim." diyor. Sonra, Ebu Lübabe hiç etrafına bakınmadan ve Resulullah Sallallahü Aleyhi
ve Sellem’e uğramadan doğru mescide gitti ve kendini mescidin direklerinden birine bağladı da: "Vallahi
ölünceye kadar, yahut Allah tevbemi kabul edinceye kadar yiyecek, içecek tatmayacağım." dedi. Ebu Lübabe'nin
bu durumu Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem’e ulaşınca, Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem: "Bana
gelmiş olsaydı, onun için istiğfar ederdim, fakat o yapacağını yapmış, Allahü Tealâ
tövbesini kabul edinceye kadar onu çözüp salamam." buyurdu. Ebu Lübabe bu hâlde yedi gün mescidde kaldı, bayılıncaya
kadar bir şey yemedi ve bir şey içmedi, sonra Allahü Tealâ tövbesini kabul etti. Kendisine tövbesinin kabul edildiği
haber verilince, Ebu Lübabe bu defa: "Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem gelip beni çözünceye kadar, vallahi kendimi
çözmem." dedi. Sonra Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz mübarek elleriyle Ebu Lübabe'nin düğümlerini
çözdü. Tövbesi kabul edilen ve ipten kurtulan Ebu Lübabe: "Ey Allah’ın Resulü! Tövbemin tamam olması için,
günah isabet eden kavmin arasında bulunan evimden ayrılacağım ve bütün malımdan sıyrılacağım."
dedi. Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem ise: "Tasadduk etmen için malının üçte biri kâfidir." buyurdu. Bunun
üzerine bu Âyeti Celîle nazil oldu. Şeriatın aleyhine konuşmak Allah’a hainliktir. Insanoğlu kendi
kârı için Allah'a hainlik edebilir. Insanlar arasındaki alacaklar da, verecekler de hep emanettir. Meselâ: Bir kimsenin
baltası odun kesmek için emaneten alınsa da, sonra onunla taşa vurulsa, bu, emanete hainlik demektir. (Va’lemû)
Biliniz, (innemâ) ancak, (emvâlüküm) mallarınız, (ve evlâdüküm) ve çocuklarınız, (fitneh) fitnedir. (Ve
innallâhe) Muhakkak Allah, (indehû) onun yanındadır, (Ecrun Azıym) Büyük Ecir. "Biliniz ki! Mallarınız
ve evlâdınız birer fitne (imtihan) dir. Şüphesiz büyük mükafat ise Allah katındadır." Insanlara isabet
eden musibetlerin çoğu mal ve evlât sebebiyledir. Bakın! Ebu Lübabe'nin hainliğine kim sebep oldu? Evlâtları
ve malı değil mi? Şeytan bir dakika zaman bulsa, insanları yoldan çıkarmaya çalışıyor.
Bizler de bir dakika müsait bir zaman bulduğumuzda bir insanı doğru yola almaya çalışalım. onra,
bu peygamberlerle salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, şehvetlerine
uydular. Bunlar da cehennemdeki Gayya vadisini boylayacaklardır." Alâuddini Attar Kuddise sırruhu büyük bir
zenginin oğlu idi. Şahı Nakşibend Hazretlerinin de bir kızı varmış. Hanımına
"Kızımız ne zaman bulûğa ererse, bana haber ver." demiş. Nakşibend Hazretleri bir gün kızının
bulûğa erdiğini haber almış, derhal medreseye gitmiş, bakmış ki Alâuddini Attar Kuddise
sırruh bir köşeye çekilmiş, bir hasır üzerinde oturuyor. Alâuddin Attar mürşidini görünce, ayağa
kalkmış, onun elini öpmüş. Nakşibend Kuddise Sırruh Hazretleri: "Oğlum! Ben elimi öptürmeye
gelmedim. Bir kızım var. Onu sana teklif etmeğe geldim." demiş. Alâuddini Attar Kuddise Sırruhu
Hazretleri: "Bu benim için büyük bir nimettir; ama görüyorsunuz altımda eski çürük bir hasır ve yanımda çamurdan
yapılmış bir çömleğimden başka bir şeyim yok." demiş. Nakşibend Kuddise Sırruhu
Hazretleri buyurmuşlar ki: "Oğlum! Senin ve onun, Allahü Tealâ'nın indinde mukadder bir rızkınız
vardır ki, onun ne şekil geleceğini siz bilmezsiniz." demiş ve kızını ona nikâhlamış.
Alâuddini Attar Kuddise Sırruhu Hazretleri çok zengin birisinin oğluydu. Babasının mirasından
tek bir kuruş dâhi kabul etmeyerek, Buhara medreselerinden birine ilim tahsili için gitmişti. Sonunda Nakşibend
Kuddise Sırruhu Hazretlerinin hem damadı, hem de halifesi oldu. Iman eden kimselerin, emirlere, tam teslim olması
lâzımdır. Sadece "Lâ ilâhe illallah" demekle kişi kurtulmuş olur mu? Olmaz! Niçin? Namaz var.
Namazını kıldı. Kurtuldu mu? Kurtulmadı. Niçin? Oruç var. Orucunu tuttu. Kurtuldu mu? Kurtulmadı.
Zekât var. Miras var. Kısaca karşımızda çok işler var. Aman, kendimizi beğenmeyelim! Allahü
Tealâ Hazretleri: "Ey Müminler doğru cennettesiniz." buyursaydı, doğru cennetteydik. Fakat: "Ey Müminler! nefislerinizi
koruyunuz." buyurdu. Iftira etmekten, gıybetten, söz taşımaktan, sui zanda bulunmaktan sakınmak var, faizden
sakınmak var. Gördünüz mü bizi ne işler bekliyor? "Aman, Hoca Efendi, çok karıştırma!" demeyiniz.
Zira "Nefislerinizi koruyunuz!" emri var. Bu emir nasıl yerine gelir? Mirasta Allah’ın hududuna teslim olmakla,
ana babaya hürmetle, küçüklere merhametle, kezalik, müslümanların haklarına riayetle. Islâmın bütün emirlerini,
farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını, hakkıyla yerine getirmekle. Bir kumru,
bizim caminin penceresinin önüne bir yuva yaptı. Içeriden oraya bakıyorum; kumru çıkıp gidiyor, yiyecek
bir şeyler bulup tekrar geri geliyor; yavrusunun yanına yaklaşıyor, getirdiklerini onun ağzına
koyuyor. ‘Ben çocuk büyütüyorum’ deyip de iftihar etmeyin. Kumru kuşu da yavrusunu büyütüyor. Eğer
evlâdını yetiştirmekle meşgulken, Allahü Tealâ'ya itaat ediyorsan, o zaman kumru kuşundan farklısın.
Ey Müslümanlar! Islâmın farzlarını, vaciplerini sünnetlerini, edeplerini yapınız. Allahü
Tealâ'ya çok şükredelim, şükredersek çok büyük oluruz. Bu işleri bilmezse insanın sivri sineğin
kanadı kadar kıymeti yoktur. Kur’anı Kerim’in bir kelimesinin manasını dahi bilmek ne
büyük şeydir. Bakın (kurâ) kelimesi: ‘Vikaye ediniz, koruyunuz’ anlamındadır.
Bunu
anlayabildiğimiz için çok şükredelim
|